Hamas’ın 7 Ekim’deki “Aksa Tufanı Operasyonu”nun ardından başlayan İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları, benzeri görülmemiş bir yıkım yarattı. Bu şiddetli insani krizin ortasında, İsrail-Filistin çatışmasının tarihsel arka planı da sık sık tartışılıyor. Bölgedeki savaş ve işgal politikalarına ilişkin ntv.com.tr’nin sorularını yanıtlayan Brown Üniversitesi’nde Holokost ve soykırım çalışmaları profesörü Omer Bartov, 7 Ekim’in öncesi ve sonrasını yorumladı.
1- 7 Ekim’de başlayan süreçle ilgili haber yaparken, bunun bir Arap-Yahudi savaşı olduğu fikrinden kaçınmaya çalıştık. Yahudi halkını İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının bir parçası olarak yansıtmamaya özellikle özen gösterdik.
Tarihsel bir bakış açısıyla, İsrail-Filistin çatışmasını bir Arap-Yahudi savaşı olarak adlandırmadan yorumlamak mümkün mü?
Bence bu kesinlikle bir Arap-Yahudi savaşı ya da Arap-İsrail savaşı değil. Bu Filistin-İsrail savaşı. Bu ayrım önemli. Bu bir Arap-Yahudi savaşı değil çünkü dünyada bu savaşa karşı çıkan birçok Yahudi var, İsrail’de de var. Esasen bunun Yahudilerin Araplara karşı bir savaşı olduğunu söylemek, İsrail hükümetinin propaganda çizgisini kabul etmek ve tehlikeli şekilde anti-Semitizm’e kaymak yani Yahudilere sırf Yahudi oldukları için hiç de sahip olmadıkları fikirleri atfetmek anlamına gelir.
Aynı zamanda bir Arap-İsrail savaşı da değil çünkü Arap ülkelerinin çoğu barış ve İsrail ile normal ilişkiler istiyor. Ürdün ve Mısır’ın yanı sıra Körfez ülkeleri ve en önemlisi Suudi Arabistan için de durum açık şekilde böyle. Ancak şimdi haklı olarak İsrail’in Filistin meselesini ele almasında ısrar ediyorlar. Olan şey Filistin-İsrail savaşıdır. İsrail bu mesele ile yüzleşmeyi reddediyor ve Filistinlileri 57 yıldır işgal altında tutuyor.
Hamas’ın 7 Ekim saldırısının derininde yatan sebep de buydu. Bu mesele, herkes için eşitlik ve adaletle çözülmediği sürece, şiddet öyle ya da böyle devam edecek.
2- Yahudilere yönelik soykırım tarihi önümüzde dururken, şimdi İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Filistinlilere karşı soykırım ve Nazizm ile suçlanıyor. Bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Naziler Yahudi halkına yönelik soykırım gerçekleştirdi. Bu, bağımsız Yahudi devleti ihtiyacı için en güçlü argümandı. O devlet Yahudilerin çoğunlukta olduğu bir devlet olarak tasarlandı. Bu da 1948 yılında Filistinlilerin çoğunluğunun İsrail devletine dönüşen topraklardan sürülmesiyle gerçekleştirildi.
O zamandan bu yana, nüfusunun yarısı sınırlı hakka sahip veya hiç hakka sahip olmayan Filistinlilerden oluşan bir devlet oldu bu. 7 Ekim’den beri İsrail Hamas’ı soykırımla suçluyor ve Hamas’ı Nazi olarak adlandırıyor. İsrail’i eleştirenler ise İsrail’i soykırımla suçluyor ve bazıları Nazi devleti olarak tanımlıyor. Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısını, özellikle İsrail’in ortadan kaldırılması çağrısında bulunan 1998 tarihli tüzüğüne dayanarak soykırım saldırısı olarak nitelendirmek için bir durum söz konusu. İsrail ordusunun, Gazze’deki operasyonlarını da şimdi Uluslararası Adalet Divanı’nda değerlendirildiği gibi soykırım olarak tanımlamak mümkün.
Ancak ne İsrail ne de Hamas Nazi’dir. Bu benzeştirme, esas meseleyi ıskalıyor ve sahadaki koşulları net bir şekilde anlamaktan uzaklaştırıyor.
“ALMANYA İSRAİL’İ ELEŞTİRMEK ZORUNDA KALACAK”
3- Tarihsel bir perspektiften bakıldığında, Almanya’nın İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları karşısındaki tutumunu nasıl yorumlamak gerekir? Alman hükümetinin İsrail’i desteklememe gibi bir “lüksü” var mı?
Holokost’un mirasına olan yükümlülüğü nedeniyle Almanya için İsrail’i eleştirmek çok zor. Eski Şansölye Angela Merkel’in dediği gibi İsrail’in güvenliği ve Holokost’un sorumluluğu, Almanya’nın “Staatsraison”u yani varlık nedeni. Fakat bu politika mantığı şimdi giderek sürdürülmesi zor bir hale geliyor.
Holokost’un ardından yürürlüğe konulan uluslararası hukuk rejimi, İsrail’in Gazze’deki savaşı nedeniyle sorgulanıyor. Almanya için İsrail’i eleştirmek hem mirası açısından hem de Hamas’ın yüzlerce sivili öldürdüğü ve kaçırdığı saldırısı açısından zor. Ancak İsrail’i eleştirmemek, en azından İsrail söz konusu olduğunda, uluslararası hukuk rejimini etkisiz hale getirir.
Yine de bu, Holokost’un ardından yaratılan aynı uluslararası hukuk rejimi. Eninde sonunda, Almanya’nın bu muamma ile yüzleşmekten ve İsrail’in varlığını korumaya söz verirken, onu uluslararası hukuka yönelik ihlalleri için eleştirmekten başka şansı kalmayacak.
“NETANYAHU’YA MUHALİF OLSALAR DA SAVAŞI DESTEKLİYOR GİBİ GÖRÜNÜYORLAR”
4- İsrail’de zaman zaman protesto gösterileri düzenleyen savaş karşıtı gruplar var. Bu gruplardan bazıları ultra-Ortodoks Yahudilerden oluşuyor. Protestolar sırasında Filistin bayrakları sallıyor ve hükümete tepki gösteriyorlar. Polisin sert müdahalesiyle de karşılaşıyorlar.
– Yahudi nüfusun, Filistinlilere karşı savaşa karşı çıkan kesimi, kendini politik olarak nerede konumlandırıyor?
-Ultra-Ortodoks savaş karşıtı Yahudilerin temel savunusu nedir?
Savaşa karşı çıkan toplumun iki kesimi var. Bir, Hamas’la savaşın değil rehinelerin serbest bırakılmasının öncelik olmasında ısrar edenler var. Onlar ateşkes çağrısı yapıyor ve rehinelerin Hamas’ın belirlediği koşullarda dönmesini istiyor. Bu insanlar genellikle ya rehine aileleri (ancak hepsi değil) ya da toplumun çoğunlukla seküler olan liberal kesimi. Aynı zamanda İsrail’de savaşa karşı çıkan sol kanat var.
Bir de savaş karşıtı ultra-Ortodoks kesim var. Bu insanlar çoğunlukla Siyonizm karşıtı çünkü Siyonizm’i Mesih’in gelişini engelleyen siyasi bir hareket olarak görüyorlar ve Tanrı geri dönüşlerine izin vermeden önce Yahudilerin Filistin’e hükmetmemesi gerektiğine inanıyorlar (bireyler olarak değil, bir ulus veya halk olarak.)
Netanyahu’ya muhalif olsalar ve iktidardan gitmesini isteler bile İsraillilerin çoğu şu anda hala savaşı destekliyor gibi görünüyor. Burada Filistinlilerin duygularıyla belli bir paralellik var, zira son anketlere göre Filistinlilerin çoğu Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısını destekliyor ancak Gazze ve Batı Şeria’daki nüfusun çoğu seçimlerde Hamas’a oy vermeyecek.
5- 7 Ekim’den önce İsrail’de uzun süre devam eden kitlesel yargı reformu protestoları vardı. Daha sonra Hamas ile çatışmalar patlak verdi ve bu protestolar durdu. Ancak son haftalarda yeniden hükümet karşıtlığını temel alan protestolar görüyoruz. Bu protestoların talepleri arasında Filistinlilerin bombalanmasının durdurulması da var mı?
Bugün yapılan hükümet karşıtı protestoların çoğu savaş karşıtı veya hükümetin görevden gitmesi, ateşkes ve rehinlerin dönmesi için bir çağrı niteliği taşıyor. Ancak 7 Ekim öncesine göre protesto edenlerin sayısı çok daha az. Bu talepler giderek artıyor ancak rehinelerin serbest bırakılması yerine savaşın devam etmesine öncelik veren ve Gazze’nin Yahudiler tarafından etnik olarak temizlenmesi çağrısında bulunan aşırı sağ unsurlar tarafından desteklenen hükümet üzerinde yeterli etkiye sahip olacak kritik bir noktaya ulaşmış değil.
“GÜÇLÜ VE TEHLİKELİ BİR AZINLIĞI TEMSİL EDİYORLAR”
6- İsrail ordusundaki ultra-Ortodoks Yahudilerden oluşan Netzah Yehuda taburu yeniden gündeme geldi. Batı Şeria’da üslenen ve şimdi Gazze’ye yönelik savaşta görev alan bu tabur, insan hakları ihlalleriyle tanınıyor. Taburun askerleri hakkında Amerika Birleşik Devletleri tarafından da soruşturma açıldı. Kuruluş amacını göz önünde bulundurarak, Netzah Yehuda’nın eylemleri bize ne anlatıyor?
Netzah Yehuda taburunuda çok farklı tür ortodoks/dinci Yahudiler var. Bu tabur, ulusal dinci hareketin (İsrail Maliye bakanı Bezalel Smotrich tarafından temsil edilen) yandaşları tarafından oluşturuldu. Gush Emunim* hareketinin devamı.
Aşırı sağcılar, Yahudi üstünlükçüsü, mesihçi ve şiddet yanlısı unsurlar ve demokrasiyi küçümsüyorlar, bu topraklara yerleşmek için ilahi bir görevi yerine getirdiklerine inanıyorlar. İsrail ordusunun (IDF) bir parçası haline getirilmiş bir milis gücü olarak görülebilirler ve bu anlamda IDF’de daha dinci (bir bütün olarak halktaki değişimi yansıtan), daha sağcı ve daha disiplinsiz hale gelen bir dönüşümün temsilcisi konumundalar. Mevcut hükümet iktidarda olduğu sürece bir azınlığı, ancak güçlü ve tehlikeli bir azınlığı temsil ediyorlar.
*Gush Emunim: Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Golan Tepeleri’nde Yahudi yerleşim birimleri kurma amacıyla bir araya gelmiş İsrailli aşırı milliyetçi Ortodoks Yahudi eylemci hareketi.
“ABD’DE KABUL EDİLEN ÇOK TALİHSİZ BİR YASA”
7- Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki yerleşimci şiddeti, Filistin halkı için büyük bir sorun olmaya devam ediyor. Yasadışı yerleşimcilere Batı tarafından yaptırım uygulanıyor ancak özellikle 7 Ekim’den sonra kabinedeki aşırı sağcı bakanlar yerleşimlerin sayısını arttırmak için harekete geçti. İşgal altındaki bu topraklardaki mevcut durum ve Filistin topraklarının geleceğine dair değerlendirme yapmak için doğru perspektif nedir?
Mevcut hükümetin ana hedefi, Batı Şeria’daki yaşamı Filistinli nüfus için giderek daha çekilmez hale getirmek, yerleşimleri arttırmak, Filistin Yönetimi’ni zayıflatmak ve nihayetinde Filistinli nüfusun tamamının ya da büyük bir kısmının etnik temizliğe tabi tutulmasını ve Batı Şeria’nın tamamının ya da en azından C Bölgesi’nin ilhak edilmesini sağlamak. Şu anda Filistinlilere karşı yerleşimciler ve İsrail ordusu tarafından ciddi bir şiddet uygulanıyor ve 7 Ekim’den beri Batı Şeria’da 450 kişi öldürüldü, çeşitli uzak Filistin topluluklarının sakinleri tarafından burası zaten boşaltıldı.
8- Netanyahu hükümeti, İsrail’e tepki gösteren bireyleri, toplulukları ya da ülkeleri anti-Semitizmle suçluyor. Öte yandan ABD, ülkede yaşanan öğrenci protestolarına yanıt olarak Antisemitizm Farkındalık Yasası’nı (AAA) kabul etti. Sizce Gazze’yi desteklemek ile anti-Semitist olmak arasındaki çizgi ne kadar ince?
Antisemitizm, pek çok nefret, şiddet ve soykırıma yol açmış berbat bir düşünce. Ancak İsrail politikalarının eleştirilmesi, İsrail’in genel olarak eleştirilmesi ve hatta Siyonizm karşıtlığı ile anti-Semitizm arasında zorunlu bir bağlantı yok. AAA’nın kabulü genel olarak ABD’de ifade özgürlüğünü, özel olarak da İsrail’e yönelik eleştirileri tehdit edecektir ve ABD’deki sağcı çıkarların ve İsrail hükümetlerinin, İsrail işgaline yönelik eleştirilerin suç sayılması yönündeki uzun vadeli baskılarının sonucunda kabul edilmiştir. Bu çok talihsiz bir yasadır.
OMER BARTOV KİMDİR?
ABD’deki Brown Üniversitesi’nde Holokost ve soykırım çalışmaları profesörü olan Omer Bartov, İkinci Dünya Savaşı’nda Alman Ordusu’nun savaş suçlarına katılımını yeniden değerlendiren çalışmalarıyla tanınıyor. Bartov, soykırım ve “sanayileşmiş cinayet” konularındaki kavram karışıklıklarının giderilmesine önemli katkılarda bulundu. Tarihsel derslerin günümüz çatışmalarına uygulanması gerektiğini savunuyor ve İsrail’in Filistinlilere yönelik politikalarını bu bağlamda değerlendiriyor.